Yirminci yüzyılın son çeyreğinde ve özellikle 1980'li yıllarla birlikte, Doğu Bloku'ndaki hızlı değişim sonucunda Doğu ile Batı arasındaki gelenekselleşmeye yüz tutmuş dengelerin alt üst olması, yeni uluslar arası örgütlenme ve işbirliği biçimlerinin ortaya çıkması, insan haklarına dayalı çoğulcu ve katılımcı demokrasi arayışlarının ağırlık kazanması, ulaşım ve iletişim alanındaki baş döndürücü gelişmelerin, yeni siyasal, sosyo-ekonomik, kültürel vb. ilişkiler ağı ve karşılıklı bağımlılıklar getirmesi, çevre sorunlarının sınır tanımayan boyutlara ulaşması gibi yerel, ulusal, bölgesel ve global ölçeklerde gerçekleşmekte olan süreçler, günümüzün ulus-devlet anlayışını ve uluslararası düzenin işleyişini sorgulamakta ve köklü değişimlere yöneltmektedir.
Bu değişimlerin başında, dünyamızın ikibinli yıllarda yaşamaya başladığı yeni süreçler gelmektedir. Günümüzde dünya bir yandan globalleşme eğilimleri ile sarsılırken, aynı zamanda yerelleşme eğilimlerinin güçlendiği görülmektedir. İlk bakışta birbiri ile çelişir gözüken bu iki yönlü gelişme süreci bağlamında globalleşme eğilimi, geleneksel ulus-devlet kavramını ve ulus-devletler arasındaki uluslar arası ilişkilerin yapısını dönüştürmektedir; buna karşılık, yerelleşme süreci ise globalleşme sürecinin kendi bünyesinde taşıdığı tekdüze ve merkeziyetçi yapılanmaya karşı, tarihsel kültürel ve fiziksel yerel kimlikleri yeniden üreterek ve birbirine eklemleyerek daha insani ve yaşanabilir bir dünyanın oluşturulmasına katkıda bulunmaktadır (Emrealp, 1994: 1). Bunu yerelleşmenin, küreselleşme sürecinde ortaya çıkan olumsuzluklara bir alternatif oluşturması ve bu yönde çıktılar ortaya koyması olarak değerlendirebiliriz. Bu yerelleşme eğilimlerinin odağında ise yerel yönetimler ve yerel demokrasi dinamikleri bulunmaktadır.