Yirmibirinci yüzyılın başında bulunduğumuz şu günlerde, gelişmişlik düseyi ne olursa olsun, bütün toplumları birden ilgilendiren çok köklü bir dönüşüm ve değişim sürecine girildiği artık genellikle kabul görmektedir. Buna karşılık tartışmalar daha çok, yaşadığımız bu değişimin adlandırılması, daha önce yaşanmış diğer köklü toplumsal değişikliklerden ayrılan yönlerinin belirlenmesi ile bu değişim ve dönüşümün gelecekte alabileceği olası durumların şimdiden kestirilmesi gibi konular üzerinde odaklanıyor. Bir başka deyişle, her kesimden bir çok kişi, kurum ve kuruluş tıpkı sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan yeni toplumsal değişiklikler sonrasında olduğu gibi önceki paradigmalarda kırılmalara, hatta kopmalara neden olan bu değişimi kendi açılarından anlamlı hale getirmeye, böylece onu denetlenebilir, yönlendirilebilir bir harekete dönüştürmeye çalışmaktadır.
Küreselleşme ve beraberinde gelen bölgeselleşme, yerelleşme eğilimlerinin yönlendirdiği süreçler içinde diğer faktörlerle birlikte yönetim anlayışları ve yapılanmaları da önemli dönüşümleri yaşamaktadır. Yöneten-yönetilen arasındaki değişen ilişkilerin yeniden tanımlanmasını gerekli kılan bu süreçte, bir taraftan sorumluluk, katılım, saydamlık gibi ilkeler yönetim ve kamu yönetimi yaklaşımlarında öne çıkarken, diğer taraftan ise, etkin ve verimli hizmet sunan birimler ve demokratik yönetim birimi olma gibi iki boyutu bulunan yerel yönetimler hızla önem kazanmaktadır. Buna paralel olarak, sözü edilen olguların birbirleriyle uyum içinde yer alabileceği kavramsal çerçevenin ise yönetişim kavramıyla hayata geçirilebileceği konusu gündeme gelmektedir. Bu anlamda yönetimlerin giriştiği yönetişim çabaları gerek yerel, bölgesel, ulusal, gerekse uluslar arası alanda destek görmektedir. Yönetişim çabalarının başlıca özelliklerini ise değişimi hızlandırıcı olma, piyasa tabanlılık, müşteri odaklı olma gibi niteliklerin yanında, yerinden yönetimin öne çıkması oluşturmaktadır.